-
1 derece almak
а) замеря́ть температу́руб) заня́ть призово́е ме́сто -
2 derece
derece sbelli bir \dereceye kadar bis zu einem gewissen Grad(e)ne \dereceye kadar inwiefern, inwieweitsıfırın altında yirmi \derece(de) (bei) zwanzig Grad unter nullson \derece sinirliydi er war äußerst [o im höchsten Grad] nervös4) sport\derece almak ( ödül almak) einen Preis gewinnenbu \derece kızması bizi şaşırttı dass er sich derartig aufregte, hat uns überrascht -
3 derece
derece almak in die Rangliste kommen;derece derece nach und nach;o derecede ki derartig (dass);son derece(de) äußerst, höchst;bir dereceye kadar bis zu einem gewissen Grad;sıfatlarda derece GR Steigerung f der Adjektive -
4 derece
гра́дус (м) гра́дусник (м) сте́пень (ж)* * *1.1) сте́пень (увеличения или уменьшения чего-л.)ayni derecede — в той же сте́пени, в одина́ковой ме́ре
bir dereceye kadar — до не́которой сте́пени
donma derecesi — сте́пень замерза́ния
görme derecesi — сте́пень ви́димости
hazır olma derecesi — сте́пень гото́вности
ısı derecesi — а) сте́пень нагре́ва; б) плю́совая температу́ра
katı derecede — в доста́точной сте́пени
ne derecede? — до како́й сте́пени?, наско́лько?
o derecede — в тако́й сте́пени, так
son derece[de] — кра́йне, в вы́сшей сте́пени
2) сте́пень, ступе́нь; катего́рия; зва́ниеdoktora derecesi — учёная сте́пень / зва́ние до́ктора нау́к
3) гра́дусhararet otuz dereceye kadar çıktı — температу́ра подняла́сь до тридцати́ гра́дусов
sıcakölçerin dereceleri — гра́дусы на термо́метре
4) гра́дусник, термо́метрderece koymak — поста́вить гра́дусник
5) спорт. показа́тель, успе́х; достиже́ние, результа́т2.dereceye girmek — войти́ в число́ призёров
- inci derecede — -степе́нный
ikinci derecede — второстепе́нный
ikinci derecede şübeler — второстепе́нные отде́лы
•• -
5 derece
1. degree. 2. rank, degree, grade. 3. thermometer. 4. so... (that). - almak to place (in a competition). -sini almak /ın/ to take (one´s) temperature. - derece 1. by degrees. 2. of various degrees. -
6 призовой
в соч.заня́ть призово́е ме́сто спорт. — derece almak / kazanmak
-
7 гарантировать
garanti etmek,güvence altına almak* * *несов., сов.güvence altına almak; garanti etmek; garantilemekгаранти́ровать безопа́сность госуда́рства — devletin güvenliğini güvence altına almak
э́тот результа́т гаранти́ровал ему́ зва́ние чемпио́на — aldığı derece şampiyon olmasını garantiledi
-
8 square
adj. kare şeklinde, dört köşeli, dördül, dik, dörtlü, düzgün, doğru, dürüst, tam, kesin, açık, katı, uygun, bağdaşan, kare————————n. kare, dörtgen, kare şeklinde şey, satranç tahtası, meydan, gönye, standart kural, sütun kaidesi, eski kafalı kimse————————v. beraberliği sağlamak [spor.], kare yapmak, kare kare yapmak, karelere bölmek, karesini almak, yerleştirmek, düzeltmek, dik tutmak, ayarlamak, halletmek, ödemek, para yedirmek, uydurmak, uymak, bağdaşmak* * *1. karesini al (v.) 2. kare (n.)* * *[skweə] 1. noun1) (a four-sided two-dimensional figure with all sides equal in length and all angles right angles.) kare2) (something in the shape of this.) kare şeklinde bir şey3) (an open place in a town, with the buildings round it.) meydan4) (the resulting number when a number is multiplied by itself: 3 × 3, or 32 = 9, so 9 is the square of 3.) kare2. adjective1) (having the shape of a square or right angle: I need a square piece of paper; He has a short, square body / a square chin.) kare şeklinde2) ((of business dealings, scores in games etc) level, even, fairly balanced etc: If I pay you an extra $5 shall we be (all) square?; Their scores are (all) square (= equal).) eşit, ödenmiş, fit3) (measuring a particular amount on all four sides: This piece of wood is two metres square.)... kare4) (old-fashioned: square ideas about clothes.) muhafazakâr, tutucu3. adverb1) (at right angles, or in a square shape: The carpet is not cut square with the corner.) 90 derece2) (firmly and directly: She hit him square on the point of the chin.) tam ortasına, dosdoğru4. verb1) (to give a square shape to or make square.) köşeli yapmak, kare yapmak2) (to settle, pay etc (an account, debt etc): I must square my account with you.) ödeşmek3) (to (cause to) fit or agree: His story doesn't square with the facts.) uyuşmak, uy(dur)mak4) (to multiply a number by itself: Two squared is four.) karesini almak•- squared- squarely
- square centimetre, metre
- square root
- fair and square
- go back to square one
- a square deal -
9 место
yer* * *с1) врз yerме́сто и вре́мя — zaman ve mekan
ме́сто происше́ствия — olay yeri
ме́сто рожде́ния — doğum yeri; doğduğu yer ( графа анкеты)
отвести́ ме́сто для строи́тельства — inşaat için yer ayırmak
в гости́нице мест не́ было — otelde boş yer yoktu
кого́ назна́чили на э́то ме́сто? — bu yere kim atandı?
зал на ты́сячу мест — bin kişilik salon
я́сли на сто мест — yüz kapasiteli kreş
получи́ть де́сять мест в парла́менте — parlamentoda on üyelik / temsilcilik kazanmak; on milletvekili çıkarmak
ме́ста́ здесь все равни́нные — buralar hep düzlük
истори́ческие ме́ста́ — tarihsel yerler
в на́ших ме́ста́х — bizim memlekette
2) (отрывок книги и т. п.) parça; yer; pasaj3) (места́) мн. ( периферия) taşra örgütleriделега́ты с мест — taşra delegeleri
4) (занимаемое кем-л. положение) yer; mevki; sıra; dereceзаня́ть пе́рвое ме́сто — спорт. birinci gelmek / olmak; birinciliği almak / kazanmak
они́ раздели́ли пе́рвые два ме́ста — спорт. ilk iki sırayı / dereceyi paylaştılar
5) ( отдельный предмет багажа) parçaско́лько у вас мест? — eşyanız kaç parça?
••де́тское ме́сто — анат. etene
твоё ме́сто в теа́тре — senin yerin tiyatro
здесь не ме́сто для игры́ — burası oynamanın yeri değil
нашёл ме́сто игра́ть! — tam da bulmuşsun oynayacak yeri!
к ме́сту сказа́ть — yerinde söylemek
расста́вь кни́ги по ме́ста́м — kitapları yerli yerine koy
(все) по ме́ста́м! — herkes (yerli) yerine!
стой, ни с ме́ста! — dur, davranma!
дела́ ни с ме́ста — işler yerinde sayıp duruyor
знать своё ме́сто — haddini bilmek
поста́вить кого-л. на (своё) ме́сто — birine haddini bildirmek
будь я на ва́шем ме́сте... — ben sizin yerinizde olsam / olsaydım...
не находи́ть себе́ ме́ста — dokuz doğurmak
э́тому не должно́ быть ме́ста — buna yer verilemez
еди́нство вре́мени и ме́ста — zaman mekan birliği
-
10 remove
n. uzaklaştırma, uzaklaşma, mesafe, uzaklık, derece, kademe, taşınma, sonra gelen yemek [brit.], üst sınıfa geçmeden önceki ara sınıf [brit.]————————v. kaldırmak, çıkarmak, gidermek, uzaklaştırmak, görevden almak, nakletmek, elini çekmek, ortadan kaldırmak, taşımak, götürmek, başka yere götürmek, yerinden etmek, taşınmak, götürülmek* * *1. çıkar 2. kaldır* * *[rə'mu:v]1) (to take away: Will someone please remove all this rubbish!; He removed all the evidence of his crimes; I can't remove this stain from my shirt; He has been removed from the post of minister of education.) ortadan kaldırmak, çıkarmak, gidermek2) (to take off (a piece of clothing): Please remove your hat.) çıkarmak3) (to move to a new house etc: He has removed to London.) taşınmak•- removal
- remover -
11 ateş
ateş s1) Feuer nt\ateş almak Feuer fangen\ateş püskürmek ( fam) Gift und Galle spuckenbirine \ateş vermek jdm Feuer geben\ateşiniz var mı? haben Sie Feuer?\ateşle oynamak (a. fig) mit dem Feuer spielenOlimpiyat A\ateşi das olympische Feuer\ateş! mil feuer!\ateş açmak/kesmek das Feuer eröffnen/einstellen\ateş etmek feuern, schießenbir el \ateş etmek einen Schuss abfeuern3) Flamme f\ateş olmayan yerden duman çıkmaz ( prov) kein Rauch ohne Flammebir şeyi kısık \ateşte pişirmek etw auf kleiner Flamme kochen4) Fieber nt, Temperatur f\ateş düşürmek das Fieber senken\ateşi çıkmak Fieber bekommen( hafif) \ateşi olmak (erhöhte) Temperatur haben( yüksek) \ateşi olmak (hohes) Fieber haben40 derece \ateşi olmak 40 Grad Fieber habençocuğun \ateşi var das Kind hat Fieberdışarısı \ateş gibi ( fam) draußen ist es glühend heiß -
12 Maß
Maß <-es, -e> [ma:s] nt1. 1) ölçü;bei jdm \Maß nehmen birinin ölçüsünü almak;jdn \Maß nehmen ( fam) ( zurechtweisen) birine haddini bildirmek;das \Maß ist voll işin tadı kaçtı, sabrım kalmadı;das \Maß überschreiten ölçüyü kaçırmak;in gewissem \Maß(e) belli ölçüde;in hohem \Maße büyük ölçüde;in höchstem \Maß(e) son derece;über alle \Maßen haddinden fazla;das übersteigt jedes \Maß! bu kadarı da fazla!;weder \Maß noch Ziel kennen haddini bilmemek;bei [o in] etw \Maß halten bir şeyde ölçülü olmak, bir şeyde haddini bilmek;in \Maßen ölçülü olarak;mit zweierlei \Maß messen çifte standart kullanmak2) (Augen\Maß) karar -
13 Prozent
Prozent <-(e) s, -e> [pro'tsɛnt] ntetw in \Prozent ausdrücken bir şeyi yüzde olarak söylemek;50 \Prozent der Bevölkerung nüfusun yüzde ellisi\Prozente bekommen yüzdesini almak -
14 Rang
-
15 orta
"1. middle, middle part, central part. 2. middle, central (thing). 3. moderate; average, middling. 4. phys. place, locus, field. -da 1. in the middle. 2. in public, publicly. 3. evident, obvious. - akıncı soccer center forward. -ya almak /ı/ to put (someone, something) in the middle; to surround. -ya atılmak 1. to be suggested, be proposed, be thrown out for consideration. 2. to sally forth, go forth. -ya atmak /ı/ to suggest, throw (something) out for consideration. - baklası colloq. loose woman. -ya bir balgam atmak vulg. to throw a monkey wrench into the works, say something that upsets things (just at a point when all´s going well). -da bırakmak /ı/ to leave (someone) in the lurch, leave (someone) in a difficult situation. - boy 1. middle-sized. 2. middle-sized thing. - boylu (person) of medium height. -sını bulmak 1. to do something in moderation, take the middle course. 2. /ın/ to reconcile. 3. /ın/ to divide (something) into two equal parts. -ya çıkarmak 1. /ı/ to expose, reveal, bring to light. 2. to create, introduce (a new thing). -ya çıkmak 1. to appear, come on the scene. 2. (for something) to come to light. - derece/derecede of middling quality. - dikme math. perpendicular bisector. - direk 1. naut. mainmast. 2. colloq. middle class, middle-class people. -ya dökmek /ı/ to disclose, make public. -ya/ortalığa düşmek to become a prostitute. -da fol yok yumurta yokken colloq. for no apparent reason whatsoever. - halli middle-class. - hece yutumu ling. haplology. - hizmetçisi housemaid. - işi housework. -dan kaldırmak /ı/ 1. to hide, put (something) out of sight. 2. to eliminate, eradicate, do away with, remove, abolish. 3. slang to kill, rub out, do away with, make away with, put away, remove. -dan kalkmak 1. to be done away with; to cease to be. 2. slang to be done away with, be bumped off, be killed. 3. not to be found on the market. -da kalmak 1. to be left without house or home, be left homeless. 2. to be caught in the middle (when two of one´s friends are quarreling with each other). - karar of middling quality. -dan kaybolmak to disappear. -ya koymak /ı/ 1. to bring up (a matter), put forth (something) for consideration. 2. to create, produce. - kuşak the Temperate Zone. - malı 1. something everyone uses in common. 2. commonplace, stale, stereotyped. 3. loose woman, woman who sleeps around. -nın sağı 1. pol. group that´s to the right of the center. 2. slang very sweet (coffee). - sahın arch. central nave. -nın solu 1. pol. group that´s to the left of the center. 2. slang (coffee) with little sugar. -dan söylemek to make some barbed remarks (about someone within earshot without mentioning that person´s name). - şekerli (coffee) with a middling amount of sugar in it. - terim log. middle term. -ya vurmak /ı/ to expose; to disclose; to make public. - yaşlı middle-aged." -
16 haut
См. также в других словарях:
derece almak (veya yapmak) — başarı göstererek ödül kazanmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
not almak — 1) biri konuşurken onun söylediklerini yazmak Not alıyorum, Türkçeye mısra mısra hemen tercüme ediyorum. R. H. Karay 2) bir şeyi başlıca noktalarını özetleyerek yazmak 3) öğrenci, iyi veya kötü numara, derece almak 4) bir şeyin niteliğiyle ilgili … Çağatay Osmanlı Sözlük
yok pahasına satmak (veya almak veya gitmek) — son derece ucuz satmak Mallarını, tarlalarını yok pahasına satıyorlardı. Ö. Seyfettin … Çağatay Osmanlı Sözlük
ateşini almak — 1) yüksek vücut ısısını düşürmek Alnına sirkeli bez koyun, ateşini alır. 2) derece ile ateşi ölçmek 3) mec. acıyı, yanmayı azaltmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
bir — is. 1) Sayıların ilki 2) Bu sayıyı gösteren 1, I rakamlarının adı 3) sf. Bu sayı kadar olan Bir kalem. 4) sf. Herhangi bir varlığı belirsiz olarak gösteren (sayı) Bir adam sizi arıyor. 5) sf. Tek Allah birdir. 6) sf. Beraber Hep biriz, ayrılmayız … Çağatay Osmanlı Sözlük
not — is., Fr. note 1) Bir şeyi hatırlamak için yazılan kısa yazı Kitaplardan birinin kenarına bir not yazmışsın. R. N. Güntekin 2) Okullarda öğrencinin dersle ilgili bilgi ve beceri düzeyini göstermek üzere öğretmenlerce verilen sayı, derece 3) mec.… … Çağatay Osmanlı Sözlük
orta — is. 1) Bir şeyin kenarlarından merkeze doğru yaklaşık olarak aynı uzaklıkta olan yer Tam bağın ortasına geldikleri zaman düşman askerlerini gördüler. Y. K. Karaosmanoğlu 2) Başlangıcı ile bitimi arasında eşit uzaklıkta olan süre Yılın ortası.… … Çağatay Osmanlı Sözlük
perese — is. 1) Duvarcıların doğrultu bulmakta kullandıkları şakul ipi 2) mec. Durum, derece, kerte İş bu pereseye geldikten sonra... Atasözü, Deyim ve Birleşik Fiiller peresesine getirmek pereseye almak … Çağatay Osmanlı Sözlük
son — sf. 1) Şimdiki zamana en yakın zamandan beri olan veya bu zamanda yapılmış, olmuş olan, ilk karşıtı Gündüzün son ışıklarıyla beraber sanki odadan eşya da çekiliyordu. P. Safa 2) En arkada bulunan Son vagon. 3) Artık ondan ötesi veya başkası… … Çağatay Osmanlı Sözlük
yan — is. 1) Bir şeyin ön, arka, alt ve üst dışında kalan bölümü Yolcuların girdiği iskele yanından kendini denize attı. M. Ş. Esendal 2) Sağ ve solun ortak adı, yön, taraf, cihet Yaşlı garson yanımıza geldi. Y. K. Karaosmanoğlu 3) Yer 4) Üst 5)… … Çağatay Osmanlı Sözlük
yüksek — sf., ği 1) Altı ile üstü arasındaki uzaklık çok olan ... mekik dokuduğu yüksek bez tezgâhından kalktı. Ö. Seyfettin 2) Belirli bir yere göre daha yukarıda bulunan İri kanatları ile bir kaşıkçı kuşu çok yükseklerde tur atıyor. H. Taner 3) Güçlü,… … Çağatay Osmanlı Sözlük